Monday 17 September 2012

Yeni Iphone, Yeni Steve Jobs


Bazı firmalar, markalar, logolar sahipleriyle özdeşleşir. Bazılarınınsa sahibi hakkında en ufak bir fikrimiz yoktur. Bir çoğumuz Mercedes’in kime ait olduğunu bilmezken, Apple ve Microsoft’un sahibini hepimiz tanırız. Sektör, popülerite gibi bir çok duruma göre bu bilinirlik ve özdeşleşme değişir. Marka ile markanın sahibi arasındaki en büyük özdeşleşme belki de Apple’da var. O kadar ki Steve Jobs’un ölümünden sonra bile devam ediyor.

Tekrar Hoşgeldin Steve
Wall Street Journal’dan James Hookway’in yalancısıyım. Apple’da yazılım mühendisi olarak çalışan Tony Tseung, Steve Jobs’un ölümünden sonra Tayland’da bir budist gruba eposta gönderip eski patronunun akibetini soruyor. Diğer tarafta işlemler yeni bittiğinden mi, Jobs’a yeni ulaşabildiklerinden mi bilmiyorum ama Tony’nin epostasına cevap Ağustos ayında geliyor. Gelen cevaba göre Jobs, Apple’ın Kaliforniya’da bulunan genel merkez binasındaki eski ofisinin üstünde camdan mistik bir sarayda savaşçı bir filozof olarak reenkarne olmuş durumda yaşıyor. Bize bu müjdeli haberi veren Bangkok’un kuzeyindeki Dhammakaya Tapınağı’nın başrahibi Phra Chaibul Dhammajayo. Rahibe göre Jobs bilim ve sanatla donatılmış bir şekilde yeniden doğdu ve zamanının çoğunu bir Apple mağazasını andıran cam sarayında geçiriyor. Orada yalnız da değil. Yanında Iphone ve Apple’in diğer ürünlerini dünyadakiler için geliştiren yirmi tane de dahi hizmetkarı var. Jobs herhangi bir müziği dinlemek istediğinde otomatik olarak o müzik çalmaya başlıyor ve acıktığında hemen yardımcılarından birisi ona lezzetli bir yemek getiriyor. 35-40 yaşlarında, saçlı ve dünyadaki halinden daha yakışıklı. Sürprizler bununla da bitmiyor. Phra Chaibul’a göre Jobs’un daha önce de başka hayatları vardı. Önceki hayatlarında kendisini geliştirecek bir çok işten sonra bizim bildiğimiz iPhone’u yaptı.

Jobs’un reenkarnasyon macerası çok da kolay olmadı aslında. Bu reenkarnasyonu hızlandırmak için Malezya’da bir grup Jobs hayranı bundan bir kaç ay önce tropikal bir adada toplandılar. Reenkarnasyon sürecini hızlandıracağı inancıyla hepsi ellerindeki elmalardan birer ısırık alıp denize attılar. Burada, elma ısırmaları Apple’ın ismi ve logosu olmasından mı kaynaklanıyor yoksa reenkarnasyonla ilgili başka bir etkisi mi var bilemiyorum. Eğer tamamen markaya bağlıysa Microsoft’un sahibi Bill Gates hayranlarının vay haline. Jobs kadar hayranı olmasa da kendine göre çevresi olan, hali vakti yerinde bir insan neticede. Acaba o ölmüş olsa benzer bir durumda hayranları neyi ısırıp denize atacaklar. Microsoft’un isminde de, logosunda da somut bir nesne yok. Belki de hayranlar bu yüzden şimdiden küçük ve yumuşak bir nesne arayışına geçmişlerdir.
Bu arada Tayland’daki tüm budistler ve yetkililerin buna inandığını söyleyemeyiz. Bir grup budist ve budist rahipleri Dhammajayo’yu kendi inancını yaymak ve para toplayabilmek için böyle bir iddiayı ortaya atmakla suçluyor.

Ne Güzel Zamanlama
İşin inanç boyutu bir yana, tüm bunların yeni bir iphone, üstelik de Steve Jobs’suz ilk iphone’un piyasaya sürülmesinden hemen önce çıkması çok ilginç bir rastlantı. Üstelik Jobs’un önceki hayatlarında kendisini geliştirip sonunda iphone’u yaptığı iddialarıyla birlikte. İnsanın aklına kötü kötü şeyler gelmiyor değil. Sonuçta iphone ve Apple’ın adı hep Steve Jobs ile anıldı. Iphone ilk kez Jobs’suz piyasaya çıkacak. Şirketiyle, markasıyla bu kadar özdeşleşen bir girişimci ve yönetici az bulunur. Bugün yenilik ve teknoloji deyince akla ilk gelen markalardan birisinin sahibiydi Jobs. Sanırım bir çoğumuz bir kaç teknoloji firması haricinde bir çok dünya firmasının sahibini veya üst düzey yöneticisini tanımayız. Ama Jobs’un ayrı bir yeri vardı. Jobs markasını yaşatmak için mi, Jobs hayranlarına yeni iphone’da onun parmakları olduğunu anlatmak için mi bilmiyorum ama, etik olup olmadığı tartışılmakla birlikte ilginç ve başarılı bir hikayeyle karşı karşıya olduğumuz ortada.
Bir markanın gücünü ve tüketiciyi nasıl bağladığını göstermek için çok güzel bir örnek Apple. Firma sahibinin o markayla ne kadar özdeşleştiğini göstermek için de. Aslında biz bunun benzerlerini küçük işletmelerde çok görürüz. Bakkal, terzi gibi küçük işletmeler sahibine göre değerlendirilir tüketici tarafından. Ali bakkal çok iyi, Mehmet terzi çok dürüst, Hasan usta çok maharetlidir. Bu onların ticaretlerini etkileyen belki de en önemli unsurlardan bir tanesidir. Sanırım hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken nokta şu; ismimiz bizim markamız, yüzümüz ve bedenimizse logomuz. Bu ikisi hafızalara hangi duygular ve yargılarla kazınmışsa yaptığımız her işte bunun etkisini görürüz. 

Bu yazı www.eurovizyon.co.uk sitesinde 12 Eylül 2012'de yayınlanmıştır.

Friday 14 September 2012

Ebay'in Yeni Logosu Pazarlama Camiasına Hayırlı Olsun

Bugün pazarlama dünyası e-bay'in yeni logosunu konuşuyor. Yeni logoda renkler aynı, yazılar biraz daha ince ve tek satır şeklinde, düzenli yazılmış. 17 yıllık logoyu değiştirmek kolay bir karar değil. Eminim bunun için bir çok araştırma da yapılmıştır. Yorumlar logonun artık daha ciddi olduğu şeklinde genelde. Sanırım artık o uçarı çocuk yerini daha ciddi, kurumsal ve büyük bir yapı imajına bırakıyor.

Özellikle halka açık şirketlerde müşterinin bakış açısıyla birlikte hissedar ve hisse senedi analistlerine verilen imaj da önem taşıyor. Belki hissedarlar bu şekilde bir şirketi daha güvenli bulacaktır

ebay'in eski logosu
Logo değişikliğinin bir de estetik anlayışıyla ilgisi var. Estetik konusunda Türkiye'de önemli çalışmalar yapanlardan birisi A. Selim Tuncer  (@selimtuncer) ve Prof. Dr. İsmail Kaya (@pazarlamabitane). Onların yorumlarını henüz görmedim ve merakla bekliyorum. Yunus Emre Yıldırım (@marketorous) logonun incelmesine dikkat çekmiş. Estetiğin incelikle özdeşleşmeye başladığı bir dönemdeyiz. Daha ince telefon, daha ince kadın ve bir çok şeyin daha incesi makbul artık.

E-bay'in logo değişikliğinde bu estetik ve incelik anlayışının da etkisi olamaz mı?

ebay'in yeni logosu

Saturday 1 September 2012

Zeka Geliştiren Satışçılar


Bu dünyada hepimiz bir şekilde satışçıyız. Hepimizin bir ürün veya hizmeti var ve onu satmaya çalışıyoruz. Satılan ürünün, hizmetin veya karşılığının illa ki ticari bir meta, para veya ekonomik bir değer olması da gerekmiyor satışçı olmak için. Bilgi, fikir, sevgi, bunların hepsi bir şekilde satılıyor.

İnsan beyni zorlandıkça ve kullanıldıkça daha da açılıyor ve pratik hale geliyor. “Türk işi” dediğimiz bir çok hareket aslında bir sıkıntı karşısında çözüm aramaktan kaynaklanan pratik zeka ürünleri. Herhangi bir engel yoksa, o engeli aşmak için çözüm üretmeye de gerek kalmıyor. Bu yüzden bilim ve sanat, genelde sıkıntılı ortamlarda, engelleri aşmak için ortaya çıkıyor.

Bir ürün veya hizmet almak için yaptığımız her görüşmede ilk önce biraz gerginlik hissediyoruz. Bizlere verilecek bilginin doğruluğu hakkındaki şüphelerimiz bizi bir dedektif gibi her bir ayrıntının üzerine gitmeye zorluyor. Bu yüzden de bir dedektif şüpheciliğini üzerimizden atamıyoruz. Daha önceki tecrübeler, eş dost deneyimleri, hepsi bizde satışçılara karşı bir önyargı, belki de artık bir yargı, oluşturuyor. Satışçının her bir hamlesine karşı, sanki satranç oynar gibi, biz de bir hamle geliştiriyoruz. Satışçı malını öven bir cümle kuruyor, biz hemen oradan bir açıklama istiyoruz. Çünkü malesef bir çok satışçı kelimelerin esnekliğinden ve anlam genişliğinden yararlanma konusunda ileri derecede bir dil uzmanı olmuş. Müşteri de sürekli kendisini yeni sorularla garanti altına almak istiyor, gardını hiç indirmiyor.

Satışçı dikkatimizi çekecek, bize fayda sağlayacak unsurları ön plana çıkartıyor: “%70 indirim!”. Doğru, ama mağazadaki yüzlerce çeşit ürünün sadece üçünde geçerli. “Şu kadardan başlayan fiyatlarla”. Doğru, o kadardan başlıyor ama o üründen bir tane kaldı, o da vitrindeki mankenin üzerinde. Alıcı her seferinde bünyesine bu taktiklerden birisini ekliyor. İkinci kez bu taktiğe karşı bağışıklık kazanmış oluyor.

Hepimiz bir satışçıyız demiştik ya! Her ne satıyorsak satalım; bilgi, fikir, ürün, hizmet, sevgi ve daha bir çok şey. İster öğretmen olalım ders anlatan, ister bir ürün satışçısı, isterse de ilan-ı aşk eden bir sevgili. İnandırıcılık özelliğimizi kaybetmememiz, karşımızdaki alıcıyı rahat hissettirmemiz için mesajı oldukça net, sade ve güvenilir bir şekilde vermemiz gerekir. Tabii, alıcı bize gelmeden önce bizimle ilgili çeşitli kaynaklardan bilgi edinmiş olacaktır. Daha önce iletişimde olduğumuz bu alıcılara ne kadar güven vermiş ve ne kadar dürüst olabilmişsek, net ve sade bilgiyi iletebilmişsek, karşımızdaki alıcı kendisini o kadar rahat hissedecektir. Kişisel ve iş hayatımızda girdiğimiz her iletişimin bizim için oluşturulan yargılar binasında bir tuğla olduğunu unutmamamız gerek.

Sevgili Satışcılar,
İnsanların zekasını geliştirmeye yardımcı olmanız güzel. Fakat bunun için farklı çalışmalar yapsanız da size gelen insanlar ne dediğinizi net bir şekilde anlasa fena olmaz mı? Eğer daha az cümle ile daha çok satış yapmak istiyorsanız karmaşık mesajlar ve altyazılar yerine net, doğru ve sade bilgiyi tercih edin.
İyi satışlar...

Bu yazı 31 Ağustos 2012 tarihinde www.eurovizyon.co.uk internet sitesinde yayınlanmıştır.