Thursday 21 February 2013

Garanti'nin Bir Çiftliği Var


Reklamlarda çeşitli figürleri kullanmak yaygın bir yol. Reklamcılar ve reklam verenler bu yolla kullanılan figürlerin çağrıştırdığı özelliklerden yola çıkarak çağrışım temelli bir algı uyandırmaya çalışıyor. Güç, estetik, güven, sempati, neşe gibi bir çok algı bir ünlüyle, bir maddeyle veya bir hayvanla tüketicinin zihninde markayla ilişkilendiriliyor.

Garanti Bankası Çiftliği
Türkiye’de reklam deyince örnek gösterilen ve kimilerinde çığır açtığı kabul edilen efsane “sucu çocuk” reklamıyla bizi tanıştıran Garanti Bankası son zamanlarda reklamlarda küçük bir hayvan sürüsü kullanıyor. Henüz nereye varmak istediğini anlayamadığım bu küçük hayvan grubu çeşitli şivelerle bize oyunlar oynuyor, güldürüp mesaj vermeye çalışıyorlar. Ben henüz ilişkinin nasıl kurulmaya çalışıldığını anlamadım. Sanırım şiveli konuşmalarla hayvanla aramızda, bu vesileyle de bankayla aramızda bir yakınlık doğurmak isteniyor. Bu reklamlara bugüne kadar gelen tepkileri ve reklamın geri dönüşünü merak ediyorum doğrusu. Genelde sosyal medyada olumlu ve sevimli bir yansıması olmadığını düşünüyorum. Buna rağmen Garanti bu hayvancağızlarla devam etme konusunda kararlı görünüyor. Reklam maliyeti yüksekse geri adım atmak zor gelir. Belki de bizim görmediğimiz büyük, olumlu geri dönüşler oluyordur.

Hayvana Dikkat
Reklamda hayvan kullanımı etkili olduğu kadar tehlikeli de bir yol. İletişim kazasına çok açık. Garanti Bankası geçenlerde Konya sokaklarında reklam panolarına dev reklamlarını yerleştirdi. Bölgesel reklamla tüketicinin aidiyet duygusunu artırmak amacıyla tasarlandığını zannediyorum bu reklamın. Zannediyorum diyorum, çünkü amacının tam tersi bir etki uyandırdı Konya’da. Bu afişte Garanti Bankası’nın son dönemlerde kullandığı hayvan figürlerinin hepsi bir arada. Eşek, köpek, tavuk v.s.  Afiş reklamda Garanti Bankası çalışan ve müşterisi olan Konyalı sayısını belirterek “Biz Aslen Konyalı’yız” diyor. Diyor ama yazının altında Garanti’nin hayvan çetesinin resimleri var. Normalde bu hayvanlar maskot, şişme gibi şekillerde Garanti Bankası şubelerinde, alışveriş merkezlerinde, şehir merkezinde insanların karşısına çıksa belki sevimli olacak. Fakat hep bir ağızdan “Biz Aslen Konyalıyız” deyince bu durum Konyalı’yı rahatsız etti. Garanti Bankası’nın “hadi Konyalılar’ı hayvana benzetelim” dediğini eminim kimse düşünmüyordur. Farklı bölgelerde de bu reklam olduğundan yola çıkarak bunun Konya’ya has bir durum olmadığını da söyleyebiliriz. Tüm bunlara rağmen, ortada açık bir iletişim hatası olduğu kesin. Başka yerlerde bu reklam tepki görmediyse de, takdir edildiğini de sanmıyorum. Burada yöre ağzıyla, yöreye has ögeleri kullanarak bir reklam yapmak belki de daha etkili olurdu.

Konya'da Tepki Çeken Garanti Bankası Reklamı

Tepkiyi Dinlemek
Konyalı bu reklamlara sosyal medya ve bölgesel medya kuruluşları aracılığıyla tepkisini gösterdi. Garanti Bankası bu tepkileri duydu ve hemen afişleri değiştirdi. Garanti Konya’da bir krizin eşiğinden döndü. Bölgesel kültür ve algı göz önünde bulundurularak yapılması gereken bu reklamlarda oluşan tepkilerin de çok iyi dinlenip anında harekete geçilmesi önemli. Sosyal medya ve iletişim araçları sayesinde dünyanın her hangi bir yerindeki bir Konyalı, reklamı çıplak gözle görmemesine rağmen bu reklamdan rahatsız oldu ve tepkisini belirtti.
İletişimin diken üstünde olduğu günümüzde etkinin nereden doğacağı, tepkinin nereden geleceği belli değil. Herkesin, her zaman tüm iletişim kanallarını dört açıp, her tepkiyi dinlemesi gerek.

Tepkilerden Sonra Yeni Reklam
 Bu yazı 11 Şubat 2013 tarihinde www.eurovizyon.co.uk sitesinde yayınlanmıştır.

Çalışan Velinimetimizdir


“Müşteri velinimetimizdir” sözünü eskiden hemen hemen gittiğimiz tüm küçük esnafta duvara asılı görürdük. Hep bahsedilen üretim odaklı olmaktan müşteri odaklı olmaya geçiş sürecinin güzel bir işaretidir bu söz. Müşterilerine kıymet verdiklerini göstermek isteyen şirketler işe onları tanımaktan başladılar. Bu da müşteri ilişkileri yönetimi (CRM) isminde yeni bir alanı doğurdu. Şirketler bu konuda o kadar ileriye gittiler ki hakkımızda en yakın dostumuz, hatta ailemizden daha çok bilgiye sahip oldular.
Hayata pazarlama penceresinden bakanlar için herkes bir şekilde bizim müşterimiz. Buna çalışanlarımız da dahil. Müşteri ile ilişkilerde bu kadar ileri giderken acaba çalışanlarımızla ilişkilerimizi sorguluyor muyuz? Bize en büyük katma değeri verenler, çalışanlarımız. Yeni trendde çalışan memnuniyeti de oldukça önem kazandı. Beraber çalıştığımız arkadaşımızın sadece işle ilgili özelliklerini değil, ailesi, zevkleri, inancı, sağlığı gibi paylaşmakta sakınca görmediği her özelliğini bilmemiz onlarla daha iyi iletişim kurmamızı sağlar. İletişim ve empati çalışanımızın mutluluğunu, şirketteki huzurunu ve verimini artırır.

Müslüman Mahallesinde Salyangoz Satmak
Bu tabir müşteriyi tanımadığımızda ne hallere düşebileceğimizi gösteriyor. Aynı durum çalışanlarımız için de geçerli. Dünyanın en büyük şirketlerinden birisinin İngiltere ofisinde 2012 yılında başarılı projelere imza atmış bir arkadaşım geçenlerde müdüründen anlamlı (!) bir noel hediyesi aldı. Yöneticinin bu inceliği, personeline vermeye çalıştığı değer çok güzel. Eminim bu yönetici de yaptığından çok mutluluk duymuştur. Fakat siz hayatında alkol kullanmamış bir insana bir şişe şarap alırsanız, en iyi ihtimalle aldığınız şarap mesai bitmeden çöp kutusuyla buluşur. Zaten hediyeyi alan arkadaş da o en iyi ihtimal gerçekleşti. Çalışanın inancı, kültürü, tüketim alışkanlıklarını bilmek, onu tanımanın önemli bir adımı. Bu bir şişe şarap hediyesini hediye alan çalışan alkol bağımlılığından kurtulmaya çalışan birisi de olabilirdi.
Şirketimizin ne kadar büyük olduğu personel ilişkileri yönetimine odaklanmamız açısından önemli değil. Önemli olan hep bir “aile” olarak nitelendirdiğimiz çalışma ortamlarımızda, zamanımızın büyük çoğunu paylaştığımız insanları daha iyi tanımak, ilişkileri geliştirmek, onları ailenin bir parçası haline getirmek. Müşteri ilişkileri yönetimine büyük yatırımlar yapan, karmaşık yazılımlar satın alan şirketler, çalışan ilişkileri yönetimine en az müşteri ilişkileri kadar yatırım yapmalıdırlar. İnsan kaynakları birimleri bu konuda yöneticilerin en büyük yardımcısı ve destekçisi olabilirler. Küçük işletmeler, aile şirketleri bile bu konuları göz ardı etmemelidirler. Ofis dışı aktiviteler bunun için güzel bir fırsattır.
Bugün özellikle “iş arayan” kesimden ziyade “iş seçen” kesim şirketlerin personel ilişkilerine çok önem veriyor. Bu konuda Google dünyaca ün yapmış bir firma. Türkiye’de ise Turkcell ve Unilever firmaları başı çekiyor.
Hep bahsettiğimiz “değer vermek” burada da karşımıza çıkıyor. Kendi çalışanlarımızı tanıyarak hem onların en verimli şekilde çalışmalarını, hem de mutlu olmalarını sağlayabiliriz. Öyleyse irili ufaklı şirket sahipleri ve yöneticileri, çalışanlarımıza “değer biçmeyi” bırakıp “değer vermeye” başlayalım.

Bu yazı 24 Aralık 2012 tarihinde www.eurovizyon.co.uk sitesinde yayınlanmıştır.



Yabancıya Teşvik Primi


Ülkeler de bir şirket gibi işliyor ekonomik olarak. Nasıl ki bir şirket elindeki ürünü en iyi fiyata ve en çok müşteriye ulaştırmak istiyorsa, ülkeler de bu amaçla hareket ediyor. İhracatı yüksek olan ülke ekonomik olarak daha güçlü görülüyor. Bunun için de ülkeler ihracatı artırmanın yollarını arıyor.
Türkiye’de ihracatçının aşmakta zorlandığı sorunlar var. Yüksek maliyetler uluslar arası alanda rekabet avantajını azaltıyor. Özellikle Avrupa ülkelerinin süreklilik ve standardizasyon istemesi de üreticilerimizin işlerini zora sokuyor. Daha çok içsel olan bu sorunları ileri üretim teknikleri ve profesyonelleşme ile üzerine düşerek kendi içimizde çözebiliyoruz.
Bir sorun var ki, bunu aşmak belki de en zoru; pazarlama. Bildiğimiz gibi ticaret nesilden nesle aktarılan bir gelenek ve kültür aslında. Bizdeki ihracat  kültürü ve damarı eski politikalar nedeniyle kurumaya yüz tuttuğu için ihracat, yakın zamana kadar elimize pek yakışmıyordu. Son zamanlarda bu alanda da yol katedilmeye başlandı. Daha pazarlamanın bir çok boyutuna değinemeden karşımıza ilk olarak müşteri bulma sıkıntısı çıkıyor. Karşılaştığımız bir çok iş adamı ellerinde çok iyi ürünler olduğu halde müşteri bulamamaktan şikayetçi.
Türk markalarının dünyaya tanıtılması ve ihracatın artırılması için devlet ve özel birliklerin bir çok teşvik ve destekleri var. Bu teşvikler maliyetlerin azalmasına ve ihracatçının dışarıya daha rahat açılmasına yardımcı oluyor. Fakat en büyük sorun, müşteri bulma noktasında ne kadar faydalı oluyor?
Teşvikler ürünümüzü, markamızı, firmamızı giydirip kuşatıp görücüye çıkarmaya yarıyor. Bir nevi ürünü müşteriye doğru itiyoruz. Buna göre Türk firmaları yurt dışına ihracat yapmaları durumunda bir şekilde ödüllendiriliyor.
Teşvikler sürecin bir çok noktasına destek olurken son vuruşu, müşteri bulmayı firmaya bırakıyor. Firmaların en çok açık verdiği alan da bu. Sonuç atılan gole göre belirleniyor. İhracat kültürü ve tecrübesi eksik olan firma gol atmada yetersiz kalıyor. Bu yüzden bir çok donanımlı firma son vuruşu yapamadığı için potansiyelini değerlendiremiyor. “Müşterisiz meta zayidir” kuralınca, müşteri bulamadığı için sonuca ulaşamıyor.

Bu işi tersine çeviremez miyiz?
Türk firmaları müşteri peşinden koşacağına, yabancı firmaların Türk satıcı bulmak için uğraşması kulağa daha hoş gelmiyor mu? Ortada bir mal veya hizmet var. Biz bunu yurt dışına doğru itiyoruz. Peki birisi de dışarıdan çekse ne olur? Bir taraftan itilirken diğer taraftan çekilen ürün daha hızlı gitmez mi?
Sistemi tersinden işlettiğimizde alıcı yabancı firmalara da teşvikler uygulanabilir. Türkiye’den ithalat yapmak cazip olduğunda yabancı firmalar sektörlerindeki satıcı Türk firmaları arayacaklardır. Bu cazibe en basitinden ithalat prosedürü, yabancı firmaların konaklama ve ulaşımlarıyla ilgili olabilir. Mevcut teşvikler maliyeti düşürüyor ama bunu yabancı firma direkt olarak hissetmiyor. Çünkü direkt kendisi teşvikin muhatabı olmuyor. Bu teşviki direkt hissettiklerinde satıcı aramaya girişeceklerdir.
Sonuçta sistem tersten işleyecek, fakat aynı sonuç daha hızlı elde edilecek. Bir tarafın koşup bir tarafın durmasındansa, her iki taraf da koşarak ortada, daha hızlı buluşacaklar. Böylece alıcı ve satıcının muhteşem buluşma sahneleri de çoğalacaktır.

Bu yazı 22 Kasım 2012 tarihinde www.eurovizyon.co.uk sitesinde yayınlanmıştır.