Ülkeler de bir şirket gibi işliyor ekonomik olarak. Nasıl
ki bir şirket elindeki ürünü en iyi fiyata ve en çok müşteriye ulaştırmak
istiyorsa, ülkeler de bu amaçla hareket ediyor. İhracatı yüksek olan ülke
ekonomik olarak daha güçlü görülüyor. Bunun için de ülkeler ihracatı artırmanın
yollarını arıyor.
Türkiye’de ihracatçının aşmakta zorlandığı sorunlar var. Yüksek
maliyetler uluslar arası alanda rekabet avantajını azaltıyor. Özellikle Avrupa
ülkelerinin süreklilik ve standardizasyon istemesi de üreticilerimizin işlerini
zora sokuyor. Daha çok içsel olan bu sorunları ileri üretim teknikleri ve
profesyonelleşme ile üzerine düşerek kendi içimizde çözebiliyoruz.
Bir sorun var ki, bunu aşmak belki de en zoru; pazarlama.
Bildiğimiz gibi ticaret nesilden nesle aktarılan bir gelenek ve kültür aslında.
Bizdeki ihracat kültürü ve damarı eski
politikalar nedeniyle kurumaya yüz tuttuğu için ihracat, yakın zamana kadar
elimize pek yakışmıyordu. Son zamanlarda bu alanda da yol katedilmeye başlandı.
Daha pazarlamanın bir çok boyutuna değinemeden karşımıza ilk olarak müşteri
bulma sıkıntısı çıkıyor. Karşılaştığımız bir çok iş adamı ellerinde çok iyi
ürünler olduğu halde müşteri bulamamaktan şikayetçi.
Türk markalarının dünyaya tanıtılması ve ihracatın
artırılması için devlet ve özel birliklerin bir çok teşvik ve destekleri var.
Bu teşvikler maliyetlerin azalmasına ve ihracatçının dışarıya daha rahat
açılmasına yardımcı oluyor. Fakat en büyük sorun, müşteri bulma noktasında ne
kadar faydalı oluyor?
Teşvikler ürünümüzü, markamızı, firmamızı giydirip
kuşatıp görücüye çıkarmaya yarıyor. Bir nevi ürünü müşteriye doğru itiyoruz. Buna
göre Türk firmaları yurt dışına ihracat yapmaları durumunda bir şekilde
ödüllendiriliyor.
Teşvikler sürecin bir çok noktasına destek olurken son
vuruşu, müşteri bulmayı firmaya bırakıyor. Firmaların en çok açık verdiği alan
da bu. Sonuç atılan gole göre belirleniyor. İhracat kültürü ve tecrübesi eksik
olan firma gol atmada yetersiz kalıyor. Bu yüzden bir çok donanımlı firma son
vuruşu yapamadığı için potansiyelini değerlendiremiyor. “Müşterisiz meta
zayidir” kuralınca, müşteri bulamadığı için sonuca ulaşamıyor.
Bu işi tersine çeviremez miyiz?
Türk firmaları müşteri peşinden koşacağına, yabancı firmaların
Türk satıcı bulmak için uğraşması kulağa daha hoş gelmiyor mu? Ortada bir mal
veya hizmet var. Biz bunu yurt dışına doğru itiyoruz. Peki birisi de dışarıdan
çekse ne olur? Bir taraftan itilirken diğer taraftan çekilen ürün daha hızlı
gitmez mi?
Sistemi tersinden işlettiğimizde alıcı yabancı firmalara
da teşvikler uygulanabilir. Türkiye’den ithalat yapmak cazip olduğunda yabancı
firmalar sektörlerindeki satıcı Türk firmaları arayacaklardır. Bu cazibe en
basitinden ithalat prosedürü, yabancı firmaların konaklama ve ulaşımlarıyla
ilgili olabilir. Mevcut teşvikler maliyeti düşürüyor ama bunu yabancı firma
direkt olarak hissetmiyor. Çünkü direkt kendisi teşvikin muhatabı olmuyor. Bu
teşviki direkt hissettiklerinde satıcı aramaya girişeceklerdir.
Sonuçta sistem tersten işleyecek, fakat aynı sonuç daha
hızlı elde edilecek. Bir tarafın koşup bir tarafın durmasındansa, her iki taraf
da koşarak ortada, daha hızlı buluşacaklar. Böylece alıcı ve satıcının muhteşem
buluşma sahneleri de çoğalacaktır.
Bu yazı 22 Kasım 2012 tarihinde www.eurovizyon.co.uk sitesinde yayınlanmıştır.
No comments:
Post a Comment